Bir akşamüstü, şehir merkezinden eve doğru yürürken, “halk pazarına uğrar, Kısmet Balıkçılık’tan balık alırım” diye geçiriyorum içimden. O düşünce beni Doğu Garajı’ndaki
eski Halk Pazarı’na doğru yönlendiriyor. Aradan birkaç dakika geçiyor, irkilerek kendi kendime söyleniyorum. “Halk Pazarı yıkılalı kaç zaman oldu, neden alışamıyorsun hala onun yokluğuna”
Halk Pazarı, yıkık dökük görüntüsüyle yıkılmayı hak ediyordu belki. Görmedim ama mutlaka öyle olmuştur, bir dozer silsilesi gelip yıkıp yok edivermiştir birkaç saat içinde derme çatma dükkancıkları. İçinde uzun süre zaman geçirmiş, oraya uğramayı alışkanlık edinmiş olanların duygularını nasıl anlayabilir ki bu dozerler. Merak ederim, o makinayı kullananlar nasıl bir duygu içindelerdir. Acaba onlar da bir akşamüstü benim gibi böyle bir duyguya kapılmışlar mıdır?
1990’lı yılların başından, yıkıldığı sürece kadar, Halk Pazarı severek uğradığım, balık, sebze, meyve aldığım bir yer olmuştur. Özellikle semt pazarları arttıktan, büyük alışveriş mağazaları açıldıktan sonra Halk Pazarı eski yoğunluğunu kaybetmiş, sebze tezgahlarının yerini giyim kuşam dükkanları almaya başlamıştı. Yine de turistler, Halk Pazarı’nın karşısındaki kafelerin önüne bırakılır, isteyen alış veriş eder, isteyen de kafelerde akşamüstü kahvesini, birasını içerdi. Akşamüstleri oradan geçerken, doğu Garajının bu şenlikli havasını severdim.
Diğer balıkçılara haksızlık etmek istemem ama uzun yıllar oradan balık alıp, orada balık yediğimiz için, Kısmet Balıkçılığın ve lokantasının benim belleğimde ayrı bir yeri vardır. Bir çok yerli ve yabancı konuğumuzu oraya götürürdük yemek için. Arkadaşım Deanna Sirlin, “Kısmet Balıkçılık” yazısını görünce, ne anlama geliyor “kısmet” diye bana sormuştu. Açıkladıktan sonra, biz de kullanıyoruz günlük hayatımızda kısmet sözcüğünü demişti de, şaşırmıştım. Bizim için aile ortamı gibiydi orası. Çalışanlarından, fanatik Beşiktaşlı Yusuf, Gaziantepli Yılmaz, Galatasaraylı Mehmet’le ne zaman gitsek futbol muhabbeti başlar, liglerin gidişatı konuşulurdu. Zaten hafta sonu lig maçlarını seyretmeye giderdi Antalyalılar oraya. Bir de kalabalık turist gruplarının oturduğu masaları unutamam.
Baharatçılardan da söz etmem gerekir. Baharat satanlardan bazıları Almanca, İngilizce olarak turistlere baharatların özelliklerini su gibi anlatır, onlara hemen bir elma çayı, çay ikram ederler, sonunda birkaç gram baharat satmayı başarırlardı. Baharatların yanı sıra lokumları, şekerlemeleri de unutmamak lazım.
Sebze, meyve tezgahları zamanla epey seyrekleşse de son ana kadar direnenler de yok değildi. Akşamın geç saatine kadar, yağmur yaş demeden, sıcağa aldırmadan tezgahlarının başında beklerdi satıcılar. Birkaç kasap dükkanında, et, ciğer, sakatat, tavuk hindi satılırdı. Peynirciler nedense pek durmamıştı orada. Balık lokantası dışında da, et, sulu yemek lokantaları pek tutunamadı.
Artık Halk Pazarı yıkıldı, yeri toz toprak içinde, araba sürücülerine gün doğdu, rahat rahat park ediyorlar arabalarını. Oradan her geçişimde sanki orası hala yaşıyormuş gibi bir duyguya kapılıyorum. O boşluğu gördükten sonra da yeni halini belleğime yerleştirmeye çalışıyorum. Şimdi eski Halk Pazarı’ndan fotoğraf aramaya kalksak kaç tane bulabiliriz acaba? Uygar ülkelerde bir yeri yıkmadan önce onun eski durumunun her türlü verisini kaydedip ondan sonra yıkıyorlar. Maalesef biz de kent fotoğrafçılığı gelişmemiştir. Bireysel çabaların dışında belediyelerin fotoğrafçısı olmalı ve yıkılacak yerleri önceden kayda almalılar.
Balığını Halk Pazarı’ndan alan biz kentliler adresini yitirmiş gibiyiz. Nereden balık alacağız, aldığımız balığa nasıl güveneceğiz, kim bize bu balık güvenilmez deme cesaretini gösterecek. Şaşkınlık içindeyiz doğrusu. Görünen o ki şimdilik balığı büyük alışveriş merkezlerinin reyonlarından ya da tanıdık bir balık lokantasından alabileceğiz. Bir çalışan bize balıkları tanıtmayacak, etiketin üzerinden okuyacağız ne balığı olduğunu. En önemlisi de tezgahlarda kurulan dostlukları bir daha yaşayamayacağız.
Oysa Akdenizin kıyısında, turizmin başkenti sayılan Antalya’da neden bir Balık Pazarı kurulmasın? Istanbul’un, Ankara’nın, Eskişehir’in bile balık pazarı varken neden Antalyalılar balığın kokusunu sadece büyük alışveriş merkezlerinde duysun. Zengin fakir neden aynı balıkçıdan alışveriş yapmasın.
Gün geçtikçe farklı kültürlerin yerleşmeye başladığı Antalya’da insanların farklı taleplerinin olması doğaldır. Kurulacak Balık Pazarı’nda Akdeniz’in levreğini, çuprasını, mercanını, gridasını, kuzusunu, kefalini, mendiğini görürken, Marmara’nın lüferini, kalkanını, Karadeniz’in hamsisini, palamutunu, Van’ın tuzlanmış inci kefalini, Norveç’in somonunu, belki Rusya’nın havyarını bir arada görebiliriz, yanında marullu, soğanlı, rokalı yeşillikleriyle.
Aslında belki sadece Balık Pazarı’nın da değil kent içinde sürekli bir halk pazarının bulunması gerektiğine inanıyorum. Hem bizim hem de turistler için. Dünyanın bütün büyük kentlerinde “çarşı pazar” denildiğinde büyük alışveriş merkezlerine yönlendirilmiyor insanlar. Açık havada, eline alıp yiyebileceği bir meyveye en kısa yoldan ulaşacağı pazara gidiyorlar. Böyle mekanlar insanda kentlilik ve kente ait olma duygusu uyandırıyor.
Antalya’da elbette kapalı,açık semt pazarları var. Fakat sürekli bir Halk Pazarı’nı bu kentin ve kentlinin hak ettiğini ve bunu talep etmesi gerektiğini düşünüyorum.
İmren Çalışkan Tüzün
0 Yorum