Yaz aylarında, Pazar günleri, evimizin arka bölümünde kalan küçük balkonda kahvaltı yapmayı seviyorum. Etrafımızda bulunan Portakal, Dut ağaçları, komşu apartmanların bahçelerindeki çeşitli ağaçlar ve çiçekler, bana içinde yaşadığımız devasa beton bloklarını unutturuyor ve kendimi doğanın bir parçası gibi hissetmemi sağlıyor.
NTV Radyo’da “Laterna” adlı programda Portekiz’den Fado’ların öyküsünü anlatıp örnekler çalıyorlar. Fado’yu söyleyen yanık sesli kadına kuş sesleri eşlik ediyor.
Bu Pazar bir başka. Gökyüzü bulutlarla kaplı, hafif bir rüzgar esintisi var. Burhanettin Onat Caddesi’ne paralel bu arka sokaktan Pazar günleri genelde tek tük insan geçerken, bugün ise biraz telaşlı ve heyecanlı adımlarla İstiklal İlkokulu’na doğru yol alıyorlar. İçlerinde yaşlı, genç çiftler, yalnız kadınlar var. Genç aileler çoçuklarını da yanlarını almışlar, yürüyorlar. Çocuklar sanki bir gezintiye çıkmış gibi hoplaya zıplaya, neşe içinde yürüyorlar. İçlerinden bir aile dikkatimi çekiyor. Uzun boylu, beyaz bir elbise giymiş kadın yanında yürüyen beş altı yaşlarındaki kızına da aynı elbiseyi giydirmiş, bir yandan kızıyla konuşuyor diğer yandan bebek arabasını sürüyor. Eşi ise onlardan kopuk, beş altı metre önden yürüyor, sanki arkadan gelenleri umursamaz bir hava içinde. Bana babamı hatırlatıveriyor birden, o da hep beş altı metre önden giderdi.
Seçim sandığına doğru giden bu insanlardan bazıları çocukluklarını hatırlayıp yol üzerindeki dut ağacının dallarını eğerek birkaç dut atıştırıveriyorlar. Ne de olsa ağacından koparılan dutun tadı başka olur.
Seçimler, hem bir demokrasi sınavı hem de birey olduğumuzu hissettiğimiz bir olaydır. Aynı zamanda, insanları bir araya getiren, belki günlük hayatın telaşıyla birbirlerine bir selamı dahi esirgedikleri tek düze hayatlarından çıkıp kendilerine ayırdıkları küçük bir zaman dilimi.
Bulutlu hava yağmura dönüşürken Ahmet Tüzün ve ben şemsiyelerimizi alarak İstiklal İlkokulu’nun yolunu tutuyoruz. Oy kullanacağımız sandık ikinci kattaydı. Merdivenleri çıkarak sandık başına geldiğimizde bizden başka kimseler yoktu oy kullanmayı bekleyen. Görevliler kimliklerimizi ve seçmen kağıtlarımızı alarak bize oy pusulalarını veriyorlar. Daha önceki seçimlerden farklı olarak oy kullandığımız bölüm kalın ve koyu bordo perdelerle çevrelenmişti. Perdeyi çektikten sonra oy pusulasıyla baş başa kalıyorsunuz. Artık, o ıslak mühürler yerine daha kolay kullanılanları devreye girmiş. Kendimi biraz daha özgür hissediyorum o an. Oyumu kullandıktan sonra, zarfların biraz daha büyük olması oy pusulasını rahatlıkla koymamı sağlıyor. O eski ahşap sandıkların yerini şeffaf kutular almış. Attığınız zarfın nereye gittiğini görüyorsunuz. Listedeki ismimin yanına imzamı atınca sorumluluğumu yerine getirmiş ve hakkımı kullanmış oluyorum. En güzel yanı ise artık tırnak kenarımıza sürülen ve günlerce çıkmayan boyadan kurtulmuş olmamız. Böylece oy verdiğimizi ve seçimleri bir an olsun unutuveriyoruz.
Bir seçimde böyle bitiyor. Türkiye’de çok sesliliğin ve demokrasinin hiç bitmemesi dileğiyle evin yolunu tutuyoruz.
İmren Çalışkan Tüzün
0 Yorum