Akdeniz’de kış günleri yaklaştığında hafif bir telaş vardır evlerde. Uzun süren yazların giysileri kaldırılır biraz da istemeyerek. Kazaklar, montlar, ceketler, mantolar, kalın çoraplar, atkılar, bereler, eldivenler, şemsiyeler çıkarılır dolaplardan. Pek çok yerde kışın erken gelmesiyle, insanlar çoktan kullanmaya başlarken kalın giysilerini, biz soğuk kış günlerini sanki yaşamayacakmışız duygusuna kapılırız bir süre. Havalar hafif soğusa dolaplarda bekleyen bu giysilere bürünmek için can atarız. Evden atkımızı, beremizi alır çıkarız ama bir süre sonra bir de bakarız ki güneş açmış, ter içinde kalmışız. İşte bu gelgitli havalarda, bazen de bu sene olduğu gibi, soğuk kış geceleri kapımıza dayanıverir aniden. İşte o zaman Antalyalı kadınlar, erkekler, çocuklar atkılarını, berelerini yanlarına alırlar, pek mutlu. Ne de olsa, çeşitli renklerde, modellerde örülmüş ya da hazır berelerini kullanma fırsatını bulacaklar, birileri onları beğenecek ve şöyle diyecektir.: “A, ne kadar değişik bir örgü, bayıldım vallahi, kendin mi ördün” ya da “ rengi pek güzelmiş, nereden aldın “gibi sorular sorulur. Belki de yolda yürürken yanınızdan geçen birisinin boynundaki atkı dikkatinizi çeker, şöyle bir göz atarsınız.
Bazen de çok sevdiğiniz bir bereyi ya da atkıyı ummadığınız anda kaybedersiniz, üzülürsünüz. Bu durum bir çoğumuzun başına gelmiştir sanırım. Sayısını unuttum kaybettiğim atkıların, berelerin, şemsiyelerin, yine de, bir başkasını ısıtacağı düşüncesi avuttu beni.
2007 yılı, Şubat ayında Atlanta’da açtığım “Göründüğü Gibi Değil” sergisi için oldukça yoğun çalışıyordum. Sergi nedeniyle ilk kez yapacağım Amerika yolculuğu gözümde büyüyordu. Deanna Sirlin, Doris Miracle, Françoise Pierrot ve Monica Fritz beni özellikle New York’ta karşılaşacağım soğuk havalar için uyarıyor, yanımda mutlaka kalın giysiler, atkı ve bere almamı söylüyorlardı. Akdeniz çocuğu olarak bu soğuk havalarda zorlanacağımı hissediyordum. Bu nedenle kentimizin en eski yüncülerinden olan Yüncü Hasan’a gittim. Hasan Bey’in eşi Benan Hanım, yıllar sonra yün almak için uğradığımda çok şaşırdı. Çünkü, yıllar önce örgüyü çok sevdiğim için dükkanlarına uğrar çeşit çeşit yünler alırdım. Neredeyse on seneden beri uğradığım yoktu yün almak için. Hoş beşten sonra bana sıcak tutacak, atkı ve bereye uygun, kırmızı renkli yünü seçmemde yardımcı oldu. Bugün başlarım, yarın başlarım duygusu içinde, kırmızı yün yumaklar, şişleriyle beraber bir köşede bekliyordu.
O günlerde, bir yandan atölyede çalışıyor, kısa soluklanmalar için yaşadığım sitenin yakınında bulunan bakkala gidebiliyordum ufak tefek şeyler almak için. Bakkalı üç kız kardeş, -Hülya, Tülay, Evren- işletiyor, anneleri Nuray Teyze ise ziyarete geliyordu ara sıra. Yolculuğumdan on gün önce olmalı. Bir şeyler almak için bakkala uğradığımda Nuray teyze ve kızları yün örüyorlardı. O an aklıma geliverdi. “Teyzeciğim ben sergi için Amerika’ya gideceğim. Atkı ve bereye ihtiyacım var. Fakat oturup örecek zaman bulamıyorum, acaba bana da örebilir misiniz?” dedim. Sonra da ekledim. “Çok soğuk olacak diyorlar, ayrıca ücretini de öderim, ne isterseniz?” dedim biraz mahçupca. Teyze halime bakıp, “Getir bakalım yetiştirmeye çalışalım, ama ben para almam.” dedi tok bir sesle. Bir koşu eve gidip, yün torbasını kapıp getirdim bakkala. Yüreğime biraz su serpilmişti.
O günlerde arada bakkala uğradığımda teyzenin atkımı örmekte olduğunu görüyor, yolculuktan önce bitirmesini bekliyordum. Küçük kızı Evren’in de yardımıyla atkıyı ve bereyi ördüğünü ve alabileceğimi öğrendim. Selanik örgü kırmızı atkı ve beremi çok beğenmiş ve onu yolculukta yanıma almıştım sevinçle.
Güneyde bulunan Atlanta’da havalar Antalya’nın havasına çok benziyordu. Üşüdüğümü söyleyemeyeceğim. Atlanta’dan sonra ulaştığım New York’un karlı ve buzlu havasında bu kırmızı atkı beni öylesine korudu ki, içimden bakkal teyzeme minnettarlığımı iletiyordum. Bu kırmızı atkı ve bere olmasa, karlı ve rüzgarlı New York sokaklarında gerçekten perişan olurdum. O bereyi, o kentte geçirdiğim son günlerde bir takside unuttum. Neyse ki, yedekte bulundurduğum hazır berem imdadıma yetişti.
Kırmızı atkımı kaybetmeden Antalya’ya dönmüştüm. Atlantiği aşmak beni oldukça yormuştu. Fakat yirmi günlük yolculuktan sonra günlük işlere döndüm. Birikmiş çamaşırları yıkamam gerekiyordu. Yolculuk boyunca bana eşlik eden kırmızı atkım da epeyce kirlenmişti. Çamaşır makinamın yünlü programına attığımı düşünerek çalıştırdım. Asmak için atkıyı çıkardığımda o güzelim kırmızı atkımın küçülmüş haliyle karşılaşınca öylesine üzüldüm ki, kendime çok kızdım. Nuray teyzenin emekleri boşuna gitmiş, benim güzel atkımdan eser kalmamıştı.
Üzülerek durumu teyzeye anlattım. Aynı renkte yün bulursam tekrar örüp öremeyeceğini sordum biraz umutsuzca. “Şimdi elimde iş var, belki gelecek kış” dedi. 2008 yılında aynı yünü buldum ve teyzeye götürdüm. Bu sefer küçük bir ücret karşılığı aynı güzellikte atkıyı yeniden ördü. Bu kışın soğuk günlerinde atkıyı kullandıkça teyzeyi anıyor, içimden teşekkür ediyorum.
Bu arada kızlarının ikisini evlendirdi Nuray teyze. Kızlarından biri, Tülay ve eşi bakkalı devraldı, teyzeyi pek göremez oldum. Fakat paramız kalmadığında, bir şeyler alıp yazdırabiliyoruz, o sıcak ilişkimiz hala devam ediyor.
Bu kış yıllar sonra ben de bir atkı ördüm, rengi ise mor.
İmren Ç. Tüzün
0 Yorum