Eskiden günlerce süren peri masalı düğün törenleri günümüzde bir geceye sıkıştırılmaya çalışılıyor artık. 1960-70’li yılların, geleneklere baş kaldıran, sevdiği adamı ya da kadını alıp, nikah masasına koşan asi insanlar pek kalmadı şimdilerde. Her ne kadar rüştünü ispatlamış, kendi hayatlarını kurmuş olsalar da, eğer evliliğe adım atan çiftlerden biri bunu yakalayamamışsa, gelenekle modernlik arasına sıkışmış peri masalı düğünleri yapmak zorunda kalıyorlar.
Günlerce önceden, düğün yapılacak otel belirleniyor, istenilen miktarın bir kısmı peşin ödeniyor. Otel düğün mekanını sağlarken, tören için ise organizasyon şirketleri devreye giriyor. O gece bir tiyatro sahnesi yaratmak için kolları sıvıyorlar. Ardından davetiyeler hazırlanıyor, en yakınlardan başlanarak, akraba, arkadaş ve iş çevrelerini içeren listeler yapılıyor. Davetlilerin isimleri özenle yazılıyor zarfların üstüne. Sanki bu davetiyeler saklanacakmış gibi herkes tarafından. Davetiyelerin üzerine LCV yazılıyor, bunu herkes hemen anlarmış gibi. .
Öte taraftan evlenecek gençlerin yakınları da harıl harıl ne giyeceğim, ne takacağım derdine düşüyorlar. O gece en güzel giysiler giyilmeli, en güzel saçlar ve makyajlar yapılmalı, rolümüzü en güzel oynamalıyız değil mi? Bunun için kuaförlere gidiliyor, kuaförler nedense her zamankinden kalabalık oluyor, sıra beklemek gerekiyor. Sonra makyaj. Kendi yüzünü tanıyamaz hale geliyor, neredeyse bir mumyaya dönüyor insanlar.
Neyse düğün saati gelip çatıyor. Gelin ve damadı otelin bir odasına alıyorlar, düğün saatine kadar bekletiyorlar. Diğer yandan konukların karşılanması gerekiyor. Kimin karşılayacağı da bir mesele oluyor. Herkes kendine bir rol biçiyor, yalnız bu rolü kimseye haber vermeden kendi aralarında paylaşıyorlar. Yine erkek egemen anlayış galip geliyor ve kadınlar, yani kız kardeşler, ne yapacağını bilemez halde oradan oraya koşuşturuyorlar. Kız tarafı önceden gelmeye başlıyor ve en ön safları tutuyor. Erkek tarafı ise biraz çekingen kendilerini arka taraflara atıyor.
Böyle günlerde bir de dargınlıklar, kırgınlıklar su yüzüne çıkıyor, kim kimin masasına oturacak, oturmayacak belli oluyor, ona göre masalar kuruluyor. Bu kırgınlıklara dahil olmak istemeyen çocuklar ise yan gözle dargın taraflara bakıyor, arada bir kaçamak yapıyor. Öyle ki bazı insanlar ne acıda ne sevinçte insanlığını yansıtabiliyor ve düşmanca tavırlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Böyle insanlar kendilerine çok çabuk yandaş da buluyorlar ve dayanışmaya geçiyorlar.
Zaman geçiyor, telaşla nikah memuru geliyor,” gelinle damat nerede?” diye soruyor. Ne de olsa görev meselesi. Bir an önce bitirilmeli değil mi? Hemen gelinle damada nikah memurunun gelişi haber veriliyor. Öte yandan konuklar masalarına yerleşmiş, lezzetten yoksun ordöv tabaklarında bulunan mezeleri yemeye başlamışlardır bile. Tam bu sırada gelinle damat çiçeklerle süslenmiş kapıdan, mumlarla aydınlatılmış yoldan, arkalarından meşaleler yanarken, sahneye doğru yürümeye başlıyorlar. Arkalarında bir nedimeleri eksik.
Kendilerine ayrılan masaya oturuyorlar. Hemen nikah memuru ve şahitler yerini alıyorlar. O güzelim ortam, organizasyon şirketinin mikrofonu kontrol etmemesinden dolayı bozuluyor, masanın yeri değiştiriliyor. Çimler üzerinde, kır nikahı hayal eden gençler kendilerini beton pistte buluyorlar. Aksilik işte, ne yapacaksın o anda. Neyse her sey çok çabuk telafi ediliyor, nikah töreni başlıyor, yüksek sesle “EVET” diyor gençler. Kaş göz arasında gelin damadın ayağına basmayı ihmal etmiyor. Ne de olsa kadının fendi erkeği yeniyor. Nikah cüzdanını geline teslim ediyor nikah memuru ve sonra kısa bir nutuk çekiyor gençlere. Bu nutuklar ne kadar işe yarıyor bilemiyoruz.
Gelinle damat dansa başlıyor, biraz ürkek ve tedirgin. Düğüne kadar olan süre kısaysa, aralarında yeterince bir yakınlaşma olmadıysa, dans konusunda deneyimli olmuyorlar. Daha sonra bir yandan yemeğe devam ediliyor, bir yandan ise dans pisti boş kalmıyor.. Gelin ve damat tarafları ayrı ayrı saflarda oynarken, neredeyse en çok kim eğleniyor yarışı yaşanıyor gibi. Bu eğlenceye gecenin ilerleyen saatlerinde ara veriliyor. Gelin ve damat pistin ortasına alınıp, boyunlarına birer beyaz kalın kurdela takılıyor. Anlayacağınız takı töreni başlıyor. Kadın ve erkek tarafı ellerinde altın kutucuklarıyla sıraya giriyorlar, takıyorlar, takıyorlar. Yan tarafta duran aile yakınları da yan gözle kimin ne taktığını gözlüyorlar, bir yandan da boşalmış takı kutularını ellerindeki torbaya koyuyorlar. Gelini ve damadı satılık koyun durumuna düşüren bu törenlere ne zaman son verilecek diye düşünmeden edemiyor insan. Geleneklere karşı değiliz elbette. Ancak insanları sıraya dizip, takı takma zorunluluğunda bırakılması da hoş değil. Tabii burada gelinle damattan çok, kızıma ne kadar takıldı diyen anne babalara da sorumluluklar düşüyor belki.
İşte hem modern olmak isteyen hem de gelenekten kopamayan, varsıllığını sergilemek isteyen insanların gösteriş alanına dönüşüyor yeni düğün törenleri. Keşke evlilikler de bu düğün törenlerindeki gibi bir peri masalı şeklinde sürüp gitse. Ama olmuyor, fakat o dakika bunu kim düşünebilir değil mi?
Böyle düğünlerde yufka yürekliler de çıkıyor arada. Geçmişte kaybettiklerini anımsayıp, gözyaşlarına boğuluyorlar. Oluyor böyle şeyler işte. Kim anlar ki.
İmren Çalışkan Tüzün
0 Yorum