Ekonomi en temel hali ile iki parçadan oluşur: Üretim ve tüketim. Üretimin ise temel yapı taşı topraktır. Toprak en temel ihtiyaçlarımızın ham maddesidir. Çocukluğundan itibaren toprakla iç içe olan insan üretmeyi öğrenir, sadece öğrenmekle de kalmaz üretmeyi sever yani toprağı sever. Toprakla haşır neşir olan insanlar az ile yetinmeyi bilir. Gözünü hırs bürümez. Boşuna mı demiş Aşık Veysel “Benim sadık yârim kara topraktır. Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi; yemek verdi, ekmek verdi, et verdi…” diye. Topraktan uzaklaşan insan tüketmenin hazzına kapılır. Zaten modern toplumların en büyük sorunu da bu değil mi? Hızlı tüketim ve hızlı tüketimin verdiği haz. Yani sözün kısası insanın nefsani duygularının kaybolması için toprakla iç içe olması şarttır. Fakat Ziraat'ta makinalaşma üretimi hızlandırdı bu ne kadar iyi bir şey gibi gözükse de üretimi arttırırken üreteni azalttı. Üreteni azaltan makinalar tüketen bir toplum yarattı. Alış-veriş çılgınlıkları başladı. Eskiden de alış-veriş yapılıyordu fakat AlışVeriş Merkezleri bütün markaları bir araya toplayarak marka üstü bir marka oluşturdu bu da tüketimin alamet-i fabrikası oldu. Sen AVM'ye bir ayakkabı almaya giriyorsun bir bakmışsın içerde dört saat geçirmişsin, dünyaları almışsın. Girmişken sinemaya girmesem mi? Şu mağazada yüzde kırk indirim varmış. Bu fırsat kaçmaz! Derken içeride kaç saat geçirdiğini fark etmemişsin. Peki bunun toprakla ne alakası var? Dedik ya toprak insana üretmeyi sevdirir diye bunu sadece hasat vakti gelince mahsulü toplayıp satmak olarak anlamamak lazım. Üretmekte bir alışkanlık tüketmekte. Şimdi bir de üreten tüketici diye bir şey çıkarmışlar ama neyse! Eğer insan toprakla iç içe olursa ihtiyaçlarının neler olduğunu bilir. Anlık hazlara kaptırmaz kendini. Fakat belki de bunları konuşmak için geç kaldık. Çünkü tüketen bir toplum oluşturduk. Her şeyi tüketen bir toplum. Hatta kendini tüketen.
0 Yorum