“Su küçüğün söz büyüğün” diye sıkça kullanılan bir atasözümüz vardır. Bu atasözüne, anne ve babalar, çocuklarını uyarmak için başvururlar. Yetişkinler konuşurken, kazara lafa karışan bir kız çocuğu çeşitli şekillerde azarlanır. “Sus kız, büyüklerin konuşurken söze karışma” diyerek kız çocuğunun tüm özgüveni sarsılır, o da gider bir köşeye siner. Biraz daha eğitimli bir ortamda “ kızım büyükler konuşurken söze karışma, dinlemeyi öğren” denilir büyük olasılıkla. Her iki durumda da kız çocukları susmaya, konuşanları dinlemeye yönlendirilir. Onlar utangaç ve cici bir kız olmalıdırlar, ailelerin dizlerinin dibinde.
Okuldan eve, evden okula ya yürürler ya da servis arabalarında neredeyse bir tutuklu gibi geçip gider çocuklukları. Biraz geç kalsa, servis aracı trafiğe takılsa şimdilerde hemen cep telefonları çalmaya başlar, “nerede kaldın?” sorularıyla karşılaşırlar. Teknolojinin gelişmesi, iletişimin artması onları daha özgür kılıyor mu yoksa kontrol edilmeleri gittikçe daha da kolaylaşıyor mu? Anneler, kızlarının peşine takılmış, kendi yaşamlarının anlamının ve geleceğinin kızlarının eğitimi sayesinde değişeceği umuduyla kontrolü sıkılaştırıyorlar
Memur anneler, bir yandan karşısındaki müşteriye hizmet etmeye çalışırken diğer yandan kızının eve ya da dersaneye ulaşıp ulaşmadığının tedirginliğiyle hemen telefona sarılıyor,
kontrolü elden bırakmıyorlar. Ne de olsa annelerin beynine “ kızını dövmeyen dizini döver” atasözü işlemiştir. Kızlarının namusundan, babalar, anneleri sorumlu tutmaktadır.
Bu kontrollerle büyüyüp gelişen, kendi yaşamını kurma yolunda adımlar atan kadınlar, birey olarak toplumda, kamusal alanda varlıklarını duyurmaya başladıklarında durum ne kadar değişiyor?
Yetişkin erkek ve kadınların bulunduğu iş yaşamında, bir toplantıda, yemekte en çok kim konuşuyor? Kim en çok dinliyor?
Yer, zaman, mekan hiç önemli değil. Erkekler birikimli, konularına hakim bir görüntü sergileyerek konuşmaya başlıyorlar, o baydan bu deneyimli beye söz dolaşıp duruyor. Siz gayet nazik dinliyorsunuz onları. Söylediklerine katılsanız da katılmasanız da gayet sabırlı oluyorsunuz. Zaman geçecek, size de gelecektir söz elbet diyorsunuz. Konuşmalar bir saati geçmişse artık kimse de dinleyecek hal kalmıyor, tam size söz gelmişken “çok konuşma, kısa kes” diyor oradan biri. Siz” ama ben daha yeni ağzımı açtım” demek istiyorsunuz, onu bile söyleyemiyorsunuz.
Bazı hem cinsleriniz de erkeklere bu konularda öyle yardımcı oluyorlar ki, zaten kendileri yeteri kadar erkek ağzıyla konuştukları için, sizi öteki konumuna düşürüp sözü ağzınıza tıkayıveriyorlar.. Bu hem cinslerimiz erkek egemen dille pek uyuşuyorlar nedense. Neden uyuşmasınlar ki. Arkalarında onları oldukları yerde tutacak bir erkek ordusu oluyor zaten. “Onun orada kalması” lazım diyorlar mesela. Neredeyse kendilerini modern gösterecek, kadınları destekliyormuş hissi uyandıracak bir davranış. Ama bu erkekler aynı zamanda başka kadınları yok saymasını çok iyi biliyorlar. Onun içinde çeşitli yaftalar yapıştırıveriyorlar.
Bir yanda kendi becerileriyle, yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla ayakta durmaya çalışan kadınlar, diğer yanda her yönden desteklenmiş, ayakta durmalarına erkek desteği verilen kadınlar. Bu erkekler dünyasında, onların çizdiği sınırlar içerisinde statüye kavuşmuş kadınların en büyük özellikleri ise başkalarını küçümsemek. Küçümsemedikleri kadar büyüdüklerini sanır onlar. Hemen ellerindeki yetkiyi konuşturup öteki kadınının bilgilenme hakkını da alıverirler ellerinden. Kendilerini orada sürekli sanırlar da ondan, geçicilik denilen şey yazmaz onların kitabında.
İşine gelince eşitlikten, haktan hukuktan dem vuran bu kadınların en küçük bir tartışmada arkalarında eş, dost birikiverir.
Şimdi burada şu soruyu sormak istiyor insan. Eşit mi olmak, yoksa, güdümlü bir eşitlik mi istiyorsun?
Bugün, Üniversite eğitimi almış, ya da yeterince eğitim alamamış olsunlar, kadınlar ev içine çekiliyorlar. Tüketime adıyorlar yaşamlarını. Kim ne giymiş, hangi çantayı almış, telefon markası ne; ya da mobilyaların modeli konuşuluyor. Türkiye’de sigortalı kadın sayısı iki buçuk milyon. Bir çok kadın da sisteme ayak uyduramadığı gerekçesiyle işinden uzaklaştırılıyor. Tanıdığım pek çok yetenekli, yaratıcı kadın sistemle uyuşamadığı için ya işinden çıkarılmış ya da kendi köşesinde küçük işler yaparak hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
Bugünün kadını eş olma, çocuk doğurma ve kariyer arasında sıkışıp kalmaktan yılmış durumda. Çünkü yeterli kreşler yok, kadının hayatını kolaylaştıran bir iş dağılımı yaşanmıyor evlerde. O nedenle vazgeçiyorlar bir şeylerden. Mücadele etme gücünü kaybediyor, kolayı seçmek istiyor kadın.
Erkek çalışsın, ben evimde çocuğuma bakayım, biraz da yaşamın keyfini çıkarayım
diyorlar. Çünkü iş yaşamının rekabetçi ortamı, eşit olmayan ücretler çalışmaktan caydırıyor kadını.
Kendisinden ödün vermeden, kendi ayaklarının üzerinde durmayı hayata karşı bir duruş olarak belirleyen kadının durumu bugün gittikçe zorlaşıyor. Bu nedenle kadınlar arası dayanışmayı önemsiyorum.
Bugün sizi destekleyen, gücünü arkanızda hissettiğiniz erkekler yarın sizin karşınızda olabilir.
İmren Çalışkan Tüzün
0 Yorum